“İKLİM İLETİŞİMİ VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK”
İklim krizi dünyadaki tüm ülkeleri doğrudan veya dolaylı şekilde etkiliyor. Bu etkileri makro açıdan incelediğimizde, gıda konusunda kıtlık, su ihtiyacı, doğa olayları, göç gibi konular küresel anlamda büyük bir sorun olarak kabul ediliyor. Sanayileşen ülkeler bu süreçte kullandıkları fosil yakıt ve tahrip ettikleri doğal kaynaklarla küresel ısınmayı başlattı. Sonrasında gelişen veya gelişmekte olan diğer ülkeler de gelişmeleri kaçırmama adına fosil yakıtları, karbon salımı yaparak iklim değişikliğine neden oldu (Flor, 2004: 5). Fakat gelişmiş pek çok ülke kendi yaptıkları tahribatla yüzleşerek yenilenebilir enerjiye (güneş, rüzgar) yönelerek yaptıkları hataları indirgemeye çalışırken, diğer ülkelerse sanayilerini ilerletmek için karbon salımındaki sınırlamalara yaklaşmamaya gayret gösteriyor. Bu konunun daha fazla uzamaması için Birleşmiş Milletler bir karar alıp iklim değişikliğine karşı önlem almak adına Kyoto Protokolü’nü hazırladı. Protokolün ilk hedefi, emisyon azaltma olarak belirlendi ve 2005 yılında yürürlüğe tamamen girdi (Türkeş vd., 2000: 10). İklim krizinin teorik taraflarına dair bilgilerin haricinde kriz zamanında iletişimin öneminden bahsedersek, doğru mesajları iletirken iyi bir iletişim stratejisi kullanılması gerekli. Çünkü iklim kriziyle ilgili iletişim kurmanın bazı zorlukları var. Bu zorlukların önceden farkında olunması gerekir. Bu yüzden doğru iletişim aracı ve stratejileri uygulanarak iklim kriziyle ilgili farklı hedef gruplarıyla iletişime geçilebilir (Leal Filho, 2019: 3). İklim krizi konusunu çerçeveye almanın kesin bir yolu olmadığı vurgulanıyor (Maeseele & Pepermans, 2017). Medyada oluşturulan mesajlar, kamuyu bilgilendirme, gündem belirleme, çerçeveleme (Hansen ve Depoe, 2020) ve kültivasyon (Özçetin, 2018: 128-129) gibi yaklaşımları içeriyor. Kurum ve kuruluşların da iklim konusuyla ilgili iletişim kurarken belirledikleri hedefe göre rahatlıkla anlayabilecekleri bir iletişim yaklaşımını kullanmaları gerekiyor. İklim krizi iletişiminin anlatılması, algılanmasında birtakım güçlükler var. İklim mesajlarının karmaşıklığı, izleyici ve dinleyicilerin kafasını karıştırabilir. İletinin hep tekrarlanması, konunun önemsizleşmesini sağlayabilir. İklim değişikliği, karbon emisyonu, enerji, gıda, su gibi farklı konuların olması anlaşılmasını zorlaştırabilir. İklim konusuyla ilgili problemlerin çözümü sadece hükümete ve şirketlere bırakılmamalı. Herkesin bireysel olarak sorumluluklarını alması gerekir. Bundan dolayı iklim değişikliği iletişimiyle ilgili alınan önlemler, hedef kitleyi eğiterek, bilgilendirerek, teşvik ederek kamunun anlaması ve tam katılımı sağlanabilir. Gitgide artan çevreye karşı hassasiyet tüketicileri de etkiledi ve tüketiciler bir müşteri olarak tercih ettikleri şirketlerin ürünlerini ve üretim biçimlerini araştırmaya başladı. Şirketlerin bu süreçte doğaya saygılı olup olmadıklarına, çevreye zarar verip vermediklerine dikkat etmeye başladı. Ortaya yeşil tüketici kavramı çıktı (Zinkhan ve Carlson 1995:2). Şirketler bu duyarlılığı fark ederek tüketicilerin çevre, doğa, hayvan duyarlılıklarına göre halkla ilişkiler stratejileri uygulamaya başladı. Kurumlar sadece çevre ve doğa konularında değil, hayatımızda önemli bir yeri olan sağlık, kanser, kadın, çocuk, hayvan hakları gibi konuları da seçiyor. Günümüzde markalar farklı reklam çalışmaları, halkla ilişkiler ve sürdürülebilirlik kampanyaları düzenleyerek kişilerin bilgilendirilmesi yönünde çaba sarf ediyor. Örneğin, TEB’in söz konusu farkındalık çalışmasını “iklim iletişimi” ve “sürdürülebilirlik” konularını ele alan “Ya Sonra? Sürdürülebilir Bir Dünya İçin” isimli projesi sürdürülebilir moda, mimari, teknoloji, hayat, tarım gibi konularda farkındalığı artırmak için YouTube üzerinden ünlü isimlerle çalışarak konuya yönelik teşvik edici tavsiyeler, iklim iletişimi ile ilgili kavramlara yönelik tanımlamalar ve açıklamalarda bulundu.
Değerli okuyucumuz,
Bu haberin detayını Business Türkiye dergisinde bulabilirsiniz.