“DÜNYA VE TÜRKİYE EKONOMİSİNDE GÜNCEL GELİŞMELER”

IMF, ekim ayı “Dünya Ekonomik Görünüm Raporu”na göre küresel büyüme, 2022’de yüzde 3,5’ten 2023’te yüzde 3’e, 2024’te ise yüzde 2,9’a yavaşlayarak yüzde 3,8 olan tarihsel (2000-19) ortalamasının çok altında olacak. Gelişmiş ekonomilerin büyüme hızının politika sıkılaştırmasının can yakmaya başlamasıyla birlikte 2022’deki yüzde 2,6’dan 2023’te yüzde 1,5’e ve 2024’te yüzde 1,4’e yavaşlaması bekleniyor. Yükselen piyasa ve gelişmekte olan ekonomilerin büyüme oranlarının 2022’deki yüzde 4,1’den 2023 ve 2024’te yüzde 4’e hafif düşüş göstermesi öngörülüyor. Küresel enflasyonun 2022’de yüzde 8,7’den 2023’te yüzde 6,9’a ve 2024’te yüzde 5,8’e istikrarlı şekilde düşeceği tahmin ediliyor. Çekirdek enflasyonun genel olarak daha kademeli olarak düşeceği öngörülüyor ve çoğu durumda enflasyonun 2025 yılına kadar hedefe dönmesi beklenmiyor. Para politikası eylemleri ve çerçeveleri, mevcut konjonktürde enflasyon beklentilerini sabit tutmak açısından kilit önem taşıyor. Yakın ve orta vadeli ufuklarda ve birimler genelinde enflasyon beklentilerindeki son eğilimler belgeleniyor. İletişim stratejileri de dahil olmak üzere para politikası çerçevelerinin, birimlerin enflasyon beklentilerini yönetmek yoluyla daha düşük üretim maliyetiyle enflasyonun düşürülmesine yardımcı olmadaki tamamlayıcı rolünü vurguluyor. Jeoekonomik parçalanmaya ilişkin artan endişeler ve küresel emtia ticaretindeki aksamalar emtia fiyatlarını, ekonomik faaliyetleri ve yeşil enerji geçişini etkileyecek gibi gözüküyor.

Türkiye ekonomisinin mevsim etkilerinden arındırılmış verilerine göre, Şubat 2023’te işsizlik oranı bir önceki aya göre 0,2 puan yükselerek yüzde 10,0 seviyesinde gerçekleşti. Bu dönemde iş gücüne katılma oranı yüzde 53,6, zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel iş gücü ve işsizlerden oluşan atıl iş gücü oranı yüzde 23,4 oldu. Sanayi üretim endeksi mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış verilere göre, şubat’ta aylık bazda yüzde 6 oranında gerilerken, yıllık bazda yüzde 8,2 ile pandemi etkilerinin yoğun olarak hissedildiği Mayıs 2020’den bu yana en hızlı düşüşünü kaydetti. İmalat sanayi, nisan’da 51,5 seviyesinde gerçekleşti. Bu dönemde üretim endeksi, Ağustos 2021’den bu yana en yüksek oranda gerçekleşirken ihracat ve toplam yeni siparişlerdeki artış ivme kazandı. Şubat ayında cari açık 8,8 milyar dolar olurken, 12 aylık kümülatif cari açık 55,4 milyar dolar ile Ağustos 2012’den bu yana en yüksek düzeyine ulaştı. Merkezi yönetim bütçe açığı deprem felaketinin de etkisiyle yılın ilk çeyreğinde 250 milyar TL düzeyinde gerçekleşerek yıl geneli için hedeflenen 659 milyar TL’lik bütçe açığı hedefinin yüzde 38’ine ulaştı. Nisan ayında tüketici fiyatları aylık bazda yüzde 2,39 artarken, yıllık TÜFE enflasyonu baz etkisiyle yüzde 43,68 seviyesine geriledi. Yİ-ÜFE de yüzde 52,11 ile Ekim 2021’den bu yana en yavaş yıllık artışını sergiledi. Nisan ayı toplantısında piyasa beklentisi paralelinde politika faizini değiştirmeyerek yüzde 8,5 seviyesinde tutan TCMB, yılın ikinci enflasyon raporunda enflasyon beklentilerini revize etmedi. Nisan ayı genelinde dalgalı görünüm sergileyen BIST-100 endeksi, mart sonuna kıyasla yüzde 4,1 düşüş kaydetti. Bu dönemde Türk lirası, ABD doları ve euro karşısında değer kaybetmeye devam etti. Seçimlerden bu yana uygulanan politika değişikliğinin etkileri görülmeye başlandı. Politika faizinin yükseltilmesi, vergilerin artırılması ve bazı finansal sektör önlemlerinin serbestleştirilmesi yönündeki son adımlar riskleri azalttı, yatırımcı güvenini artırdı ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) rezerv pozisyonunu iyileştirdi. Büyüme ve enflasyonun düşmesi bekleniyor. Ancak enflasyonun yüksek kalması ve emsal ülkelerden çok daha yüksek olması da bekleniyor. Para politikası sıkılaştıkça ve genel politika duruşu daha az destekleyici hale geldikçe büyümenin 2023’te yüzde 4’ten 2024’te yüzde 3¼’e yavaşlayacağı ve cari açığın 2024’te GSYH’nin yaklaşık yüzde 3’üne gerileyeceği tahmin ediliyor. Ardışık enflasyonun da 2024 yılında düşmesi ve aralık ayı itibarıyla yıllık yüzde 46 olması bekleniyor. Para politikası sıkılaştıkça ve genel politika duruşu daha az destekleyici hale geldikçe, büyümenin 2023’te yüzde 4’ten yüzde 3 düşmesi ve 2024’te cari açığın gerilemesi öngörülüyor. Sıralı enflasyonun da düşmesi gerekiyor. 2024’te ise aralık ayına kadar yıllık bazda yüzde 46 olması bekleniyor.

Şubat ayındaki trajik depremlere rağmen dirençli kalan büyümenin bu yıl yüzde 4’e ulaşması bekleniyor. Politikaların uygun şekilde daha az destekleyici hale gelmesiyle büyümenin 2024 yılında yüzde 3¼ olacağı tahmin edilirken, döviz kuru baskılarının azalması ancak geriye dönük ücret artışları ve beklentilerin devam etmesi nedeniyle enflasyonun 2023 sonunda yüzde 69’dan 2024 sonunda yüzde 46’ya düşeceği tahmin ediliyor. Güven arttıkça, altın talebinin azalması ve böylece dış cari açığın azalması bekleniyor (2023’te GSYH’nin yüzde 4,1’ine karşılık 2024’te yüzde 3,1’i). Bu durum, resmi kaynaklar da dahil olmak üzere daha iyi giriş beklentileri ile birlikte rezervler üzerindeki baskıyı azaltacak. Brüt rezervler eylül sonunda 122,5 milyar dolara ulaştı. Ancak bilanço içi ve dışı kısa vadeli yükümlülükler net olarak negatif kalmaya devam ediyor. En önemlisi ise beklenmedik dış finansman kaynaklarının ortaya çıkması veya yatırımcı güveninin tam olarak iyileşmesi halinde, girişler ve daha güçlü döviz kuru döngüsünün enflasyonu beklenenden daha hızlı şekilde düşürürken büyümeyi de artırması. Maliye politikası, 2023’te genişlemeci bir hal aldı. Depremle ilgili harcamalar, büyük ücret artışları ve çeşitli sübvansiyonlar harcamaları artırdı. Son dönemdeki uygun vergi artışlarına rağmen 2023 genel hükümet açığının GSYİH’nın yüzde 5’i olacağı öngörülüyor. Enflasyonla mücadele hedefleriyle tutarlı olması için 2024 bütçe açığının orta vadeli plan tahmininin altında olması gerekiyor. Bu, enflasyonun üzerindeki tazminat artışlarının ortadan kaldırılmasını, geriye dönük yerine ileriye dönük emeklilik ve ücret düzenlemelerinin getirilmesini ve genel enerji sübvansiyonlarının hedefe yönelik yardımlarla değiştirilmesini gerektirecek. Depremin yeniden inşasına izin verirken ve en savunmasız kişileri korurken temel mali duruşu sıkılaştıracak diğer seçenekler de takip edilmeli. Bugün Türkiye ekonomisi, iç içe geçmiş çok sorunlu bir küme ile karşı karşıya. Şöyle ki bütçe içindeki manevra alanı giderek daralıyor. İlave vergi ve stopaj artışları, çözüm olmayacak. İktidarın esas yapması gereken, kamu harcamalarında radikal kesintilere gitmek, her türlü israftan kaçınmak ve yapılabilirliği tartışmalı yatırım projelerinden vazgeçmek. Aksi takdirde borçlanma baskısı daha da artacak, zaruri bazı hizmetlerde aksamalar olacak. Türkiye’nin dış borçları aşırı yükseldi. 2011 yılının son çeyreğinden itibaren adeta bir borç patlaması yaşandı. Toplam brüt dış borcun GSMH’ya oranı 2011 yılı sonunda yüzde 36,4 iken 2022 ikinci çeyreği sonunda yüzde 53,7 oldu. Bu noktada, 2009 yılında yapılan ve sonuçları sonradan ortaya çıkan bir hatayı hatırlatmak gerekir. Söz konusu yıl içinde alınan bir kararla döviz geliri olmayan şirketlere de dış borçlanma olanağı sağlanması, sonraki yıllarda özel kesimin dış borçluluğunun hızla artmasının arkasında yatan temel nedenlerden biri. Toplam faktör verimliliğinin büyümeye katkısı giderek düşüyor. Dış borçlanma yoluyla sağlanan kaynakların doğru yerlerde kullanıldığını söylemek mümkün değil. Kaynaklar ve harcamalar dengesi göz ardı ediliyor. Sürdürülebilirlik ve öngörülebilirlik dip noktada. Bu şartlar altında sağlıklı ve sürdürülebilir kalkınma patikasına geçmek zor. 2022 yılının ilk yarısında yükselen enflasyon ve Ukrayna savaşı nedeniyle artan belirsizliğin yanı sıra, döviz kurundaki artışlar karşısında bireyler tüketim talebini öne çekti ve yurt içi talebe bağlı büyüme gerçekleşti. Özel tüketime dayalı büyüme, ikiz açıkları ve enflasyonu destekleyen bir yapı arz ediyor. Sürdürülebilir ve istikrarlı büyüme patikasına geçişi zorlaştırıyor. Dünyada artan enflasyon karşısında önemli merkez bankalarının parasal sıkılaşmaya yönelik önlemleri ve bu kapsamda politika faiz oranlarını yükseltmeleri, Türkiye’nin aşırı yüksek seyreden risk priminin (CDS) dış finansman koşullarını zora sokması ve maliyetleri yükseltmesi büyümenin finansmanı ve dış borç servisi üzerinde ciddi baskı yaratıyor. Ülke kalkınmasında büyük rolü olan tasarruf oranı 2000’li yılların başında yüzde 22 civarında iken bugün yüzde 5-8 aralığına düştü. Yurttaşların tasarruf eğiliminden kopmasının temel nedeni, hızla düşen alım gücü. Büyüme hedeflerinin gerçekleşmesi için dönemsel büyümenin ivme kazanması gerekiyor. Ancak, 2022 yılının ikinci yarısında ekonomide yavaşlama eğilimleri göze çarpıyor. İmalat sanayi kapasite kullanım oranı, yatırım beklentileri, elektrik üretimi ve talebi, konut, beyaz eşya, otomotiv satışları ve güven endeksleri gibi önemli parametreler ile ilgili veriler bu durumu açıkça ortaya koyuyor. Haziran ayında alınan makro ihtiyari tedbirlerin kredi artış hızını aşağı çekmesi ve böylece yurt içi talepteki canlılığı yavaşlatması söz konusu. Yüksek seyreden enflasyon ve artan enflasyonist beklentiler, üretim ve yatırım ortamı için belirsizlikleri artırıyor, maliyetleri yükseltiyor, geleceğe dönük yurt içi talep dinamikleri üzerinde baskı yaratıyor. Tarım sektörünün GSYH içindeki payı ve büyümedeki rolü artan maliyetler nedeniyle giderek azalıyor. Akaryakıt, gübre, tohum ve ilaç gibi hammadde fiyatlarındaki hızlı ve aşırı yükselme tarım ve hayvancılık üretimini olumsuz yönde etkiliyor. Türkiye’de izlenen para ve maliye politikaları, enflasyonu destekler nitelikte. Bu yaklaşım, enflasyonist beklentileri yukarı çekiyor. Enflasyon dinamiklerini oluşturan dört temel faktörün sırasıyla kur krizleri, aşırı negatif reel faiz, kontrolsüz parasal genişleme ve Merkez Bankası itibarının düşüşü olduğu göz ardı ediliyor. Bu dinamiklerin oluşmasına yol açan sebepleri ortadan kaldırmadan sonuç alınamayacağı hala idrak edilemedi. Türkiye enflasyon göstergelerinde seviye ve dinamikler yönünden diğer yükselen piyasa ve gelişmekte olan ülkelerden ayrışıyor. İkiz açıklar, dış borç yapısı ve servisi, Türkiye’nin CDS risk primi, döviz rezervlerinin durumu, önümüzdeki yıl için olası dış borçlanma ihtiyacı, enerji ithalatına aşırı bağımlılık ve nihayet, Merkez Bankası’nın para politikası dikkate alındığında TL’nin değer kaybı değer kazanmasına göre daha olası gözüküyor. Enflasyon bağlamında bir başka sorun, dış ticaret hadlerinin Türkiye’nin aleyhine seyretmesi. Bu durum hem ihracatı hem de ithalata bağımlılık nedeniyle üretim maliyetlerini olumsuz yönde etkiliyor. Çekirdek enflasyon ile gıda ve hizmetler enflasyonunun yüksek seyrinin yanı sıra, üretici fiyat endeksi yıllık artış hızının eylül ayında yüzde 150’yi aşması enflasyonun direncini daha da artırıyor. Bir başka ciddi sorun da varlık fonu. Olayı basite indirgersek, varlık fonunun ipotek edilerek üzerine kredi çekmek için kurulduğu açık. Fonun kapsamına çok önemli ve büyük kamu şirketleri, kamu bankaları, kamu işletmeleri ve hazine malları alındı. İşin vahim tarafı, fonun, ülkenin kaynaklar/harcamalar dengesi ile nasıl ilişkilendirildiğinin meçhul olması yanı sıra, raporları ve mali tablolarının sayıştay denetiminin dışında bırakılması. Aslında fon, kabul görmüş yönetim kavramlarının birbirine karıştırıldığı, şeffaflık ilkesinden uzak paralel bir hazine görünümünde olup, para ve maliye politikalarının koordinasyonunu ve etkinliğini zora soktuğu izahtan vareste. Yatırımcılar ve kreditörler açısından önemli bir sorun olarak görülen bir başka husus, gücün, otoriter rejimlere benzer bir yoğunluk ile yürütme erkinde ve tek elde toplanması. Vergi bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile hukuk devleti ilkelerine yönelik ihlaller, denetleyici ve düzenleyici kurumların etkisini ve işlevini büyük ölçüde yitirmesi ve nihayet meclisin denetleme ve hesap sorma gücünü kaybetmesi tedirginlik yaratıyor.

Değerli okuyucumuz,

Bu haberin detayını Business Türkiye dergisinde bulabilirsiniz.