COViD-19 iLE SINAVIMIZ
Toplulukların, devletlerin, milletlerin ve bireylerin kendilerine has olan özellikleri teker teker çıkmaya başladı. İnsanlar evrenin yaptığı sınavdaki soruların içine sızan virüsün bizzat evren tarafından oraya yerleştirilen bir ajan olduğunu anlayacaklar mıydı? Evrenin ne anlatmaya çalıştığını merak edip onu dikkatle dinleyecekler miydi? Yaşamın anlamını ifade etmeye çalışan bu virüs dilini öğrenip onunla iletişime geçecekler miydi?’’
21. yüzyılın kuşkusuz insanın doğanın hükümdarı olduğuna en çok inandığı zaman dilimlerinden biri. Teknolojik devrimlere imza atan varlıkların bu inançlarında bir parça “haklılık” olsa da içinde bolca “narsistik” öğeleri de taşımıyor değil. Sürekli daha iyi olmaya, daha çok kazanmaya, daha iyi performans göstermeye çalışan insanlığa evren yine her zamanki basit sınavlarından birini yapacaktı ve biz de nasıl olsa kolayca o sınavdan geçecektik. Kendimize güvenimiz her zamanki gibi “tamdı”. Yine de kendisiyle daha önceden tanış olduğumuz ve kendisine karşı koruma kalkanlarımızı oluşturduğumuz basit bir virüs, kendi içindeki mutasyonları sayesinde sınav sorularımıza sızdı. Sorular bilmediğimiz yerden geldi. Böylece, yaşamın günlük rutinini bozacak her türlü kargaşayı içeren bir mücadeleyle sınanmaya başladık. Bu sürecin başında kullandığımız “inkar etme”, “hafife alma”, “yok sayma” gibi savunma mekanizmalarıyla boğuştuğumuz günlerde virüs kendine yayılacak güzel alanlar, saklanacak güvenli köşeler buluyordu. İnsanlar her zaman yaptıkları gibi, yalan yanlış/kirli bilgileri kolayca yayabilecekleri en çok sevdikleri oyunları oynayacaklar ve çok önemli bir şeyi gözden kaçıracaklardı. “Kulaktan kulağa” oyununu seven, sadece kendileri değildi. Bu oyun virüsün de en çok sevdiği oyundu… Sürecin ortalarına doğru, korku ve panik duygularının esareti altına girmiş olan insanlar bir telaşla evlerindeki köpekten, kapıya gelmiş olan kuryeye; yedikleri sebze meyveden, içtikleri suya kadar her şeyden işkillenecek bir paranoya döngüsüne girmişken, düşmanın aslında tam da yanı başında, kendisinde, yaşamın tam da içinde, yani kendi “ellerinde” olduğu gerçeğiyle yüzleşmekte zorlanacak ve en çok dikkat etmesi gereken hijyen kurallarını hiçe sayarak suçu “Çin’de yarasa yiyen” bir adama atacaktı. Hal böyle olunca işin içine toplumlar, devletler girecek ve “önce kim başlattı” tarzında, çözüm için hiçbir işlev taşımayan sorularla tüm dünyayı oyalayacaktı. İş biraz daha ciddiye bindiğinde maskeler takıldı, eldivenler giyildi. Bir kesim sokağa çıkamazken, bir kesim çalışmaya devam etmek durumdaydı. İşte tam da bu noktada toplulukların, devletlerin, milletlerin ve bireylerin kendilerine has olan özellikleri teker teker çıkmaya başladı. Bir yerde huzurevi çalışanları kaçarak yaşlıları ölüme terk ederken, diğer bir yerde sokağa çıkamayan komşularının günlük çarşı pazar ihtiyaçlarını karşılamak için gönüllü genç grupları oluşmaya başladı. Virüsle mücadelenin kaderinin değiştiği nokta tam olarak buydu. İnsanlar evrenin yaptığı sınavdaki soruların içine sızan virüsün bizzat evren tarafından oraya yerleştirilen bir ajan olduğunu anlayacaklar mıydı? Evrenin ne anlatmaya çalıştığını merak edip onu dikkatle dinleyecekler miydi? Yaşamın anlamını ifade etmeye çalışan bu virüs dilini öğrenip onunla iletişime geçecekler miydi? İşte sınavın gerçek amacı da buydu. Şimdi sizin de aklınıza çevrenizdekilerde gözlemlediğiniz o hayatı sorgulama, yaşamı yeniden değerlendirme, kendini geliştirme ve dönüştürme çabalarından birkaç tane gelmiştir elbet. Kimisi çevresindekilere yardım etmeye, kimisi görevini layıkıyla yapmaya devam etmeye, kimisi ailesiyle vakit geçirmeye, kimisi normal şartlarda vakit ayıramadığı şeylere zaman ayırmaya, kimi bir şeyler yazıp çizmeye, üretmeye ve yaratmaya odaklanarak başa çıkmaya çalıştı süreçle. Belirsizlik ve ne olacağını bilememenin verdiği o rahatsız edici kaygı duygusu ve önünü göremiyor olmanın huzursuzluğu varken içinde, ayakta kalabilmeye, “hayatta” kalabilmeye tutunmaya çalıştı kimi. “Ne kadar daha sürebilir böyle? Ne kadar daha?” sorularını sora sora, bazen biraz alışarak, bazen isyan ederek, ama kararlı bir şekilde mücadeleye devam ederek. Doğu cephesi, batı cephesi, kuzey ve güney cepheleri demeden sağlık çalışanlarımızla, hemşirelerimiz, doktorlarımızla, şehit vererek üstelik; dayanışarak, yardımlaşarak, bağlarımızı kuvvetlendirerek, dünyayla olan iletişimimizi geliştirerek, daha çok fark etmeye çalıştık aramızdaki kopmaz ilişkiyi. Sığınaklarımız evlerimizdi bazen, bazen online sohbetlerde dostlarımız delice özlediğimiz; bazen pencere köşesinde kitap okuması sonrası sinsice gelen gündüz uykularımız, bazen marketlerden kaçışlarımız; evde kalmaktan ve çalışamamaktan sıkılırken stresimizi aile üyelerinden çıkarışımız; bazen akşam haberlerinde Sağlık Bakanımızın son haberlerini beklerken çöken merak duygusu idi mekanımız, bazende bilim kurulunun alması gereken son tedbirleri bekleyişimiz sessizce… Kimi sevmeye çalıştı sevmediklerini, kimi uzak durdu kötü alışkanlıklarından. Kimi de affetti kırıldıklarını, en çok da kendisini… Öyle ya da böyle, biz geçtik bu sınavı. Dinlemeye çalıştık evrenin bize anlatmaya çalıştıklarını. Öğrenmeye çalıştık ülkeler arası, milletler arası ve kişiler arası paylaşım yapmayı. En çok da sorgulamaya çalıştık yaşamın anlamını… Evren bize daha nice sınavlar sunacak, bazen virüsle dilini değiştirerek, bazen bize yeni anlaşmazlıklar vererek… Bize elimizdekilerin kıymetini anlamamıza yarayan nice mücadeleler önerecek ve bugün öğrendiklerimizi yarın da kullanıp yaşama geçirmemizi dileyecek. İşte böyle böyle öğreneceğiz, insan olmanın hakkını vermeyi…. Sağlıklı olmanın ve dayanışmanın değerini daha da iyi anlayabildiğimiz günlerde görüşmek dileğiyle…
Değerli okuyucumuz,
Bu haberin detayını Business Türkiye dergisinde bulabilirsiniz.